Özge Doğar’ın sekizinci kitabı ‘Renkli Çiçeklerim Var’, TersKule Yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, aynı toprağın göğsünde bambaşka renklerde açan kadınların hikayelerini Çiçekçi Pembe’nin hayallerinde buluşturuyor.
Özge Doğar ile 13 öykünün yer aldığı ‘Renkli Çiçeklerim Var’ı konuştuk.
Öykülerinizi okurken Özdemir Asaf’ın çok sevdiğim bir şiiri yankılandı kulaklarımda: Çiçek Senfonisi. “Çiçeklerin akşamlarını/ Akşamların çiçekleri/Aydınlatır..” dizelerinden yola çıkarsak Özge Doğar’ın akşamlarını hangi ışık aydınlatıyor, öykülerini hangi çiçekler renklendiriyor?
Öykülerimi, içimizde yaşayan umudun, aşkın, özlemin, barışın ve kardeşliğin çiçekleri aydınlatıyor. Bizler bunları kavram olarak biliyor fakat artık yaşamıyoruz. Hayat yoğunluğu denen şey birbirimizi ve içimizde yeşeren çiçekleri görmememize neden oluyor. Bazen de kibirliliğimize yenik düşüyoruz. Sistem bir taraftan birbirimizden uzaklaştırdı, bir taraftan iş akdiyle birbirimize bağladı. İçimizdeki çiçekler rengarenk, çeşit çeşit biz sadece gözlerimizi bağlayarak yaşıyoruz.
‘GÜZEL BİR DÜNYADA YAŞAMAYA LAYIĞIZ’
Öykülere geçmeden hemen önce “Çiçekçi Kadın”ın bir seslenişiyle başlıyor yolculuğumuz. Sadece çiçeklerini değil hayallerini de uzatan bir çiçekçi. Kitapta yer alan öykülerden bağımsız olarak biraz da işini sevmekle, bulunduğu yeri güzelleştirme çabasıyla ilgili bir bakış açısı var. Günümüzde böyle insanların sayısı azalıyor mu sizce? Dünya, kadınların eli değdikçe kadın emeği karşılığını buldukça hem kitaplarda hem de gerçek yaşamda daha güzel bir yer haline geliyor…
Kendimize verdiğimiz değerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bizler güzel bir dünyada yaşamaya layığız. Buna değeriz, bunun için de dünyayı ve çevremizi güzelleştirmemiz gerekir. Bütün günümüz çalışma ofislerimizde geçiyor ya da bir alanın içerisinde sağlıklı, güzelliklerle dolu neşeli bir atmosferi hak ediyoruz. Doğa bizimle aslında konuşuyor, benden vazgeçme, diyor. Vazgeçersen sağlıksız, bakımsız ve kirli bir dünyan olacak. Kar hırsı, insanların gözlerini kör ederken, bunları söyleyenlere düşmanca bir tavır takınılıyor. Çok klasik bir söz var ya herkes kapısının önüne temizlese dünya tertemiz olur, diye. Ama ben temizlemenin ötesinde bir şey istiyorum öykülerimde. Sadece temiz olması yetmez bahçenin, bahçe olabilmesi için rengarenk çiçekler de gerek.
İlk öykünüz Pembe’nin kendi hikayesiyle başlıyor ve okuru kendi dünyasına alarak burada kalın, size daha ne hikâyeler anlatacağım diyor adeta. Tıpkı postallar altında dağılıp ezilen karanfillerin, papatyaların, nergislerin, güllerin artan kokuları, rayihaları gibi… Bu anlamda ezilmek, aynı zamanda yeniden filizlenmenin, yeniden umutlanmanın başladığı noktadır diyebilir miyiz?
Kırıldığımız yerden filizleniriz yoksa çürür gideriz. Bedenimiz, yaralarımızı ve hastalıklarımızı iyileştirmek için uğraşır, didinir. Başaramazsa yenik düşer. Ruhumuz da acılarımızı dindirmek için uğraşır. Hayatımızı devam ettirebilmek için pedal çevirmeliyiz bisiklette olduğu gibi. Bu içimizdeki çiçeğin yeşermesi için de geçerli. Bence eylemle, hareketlilikle, mücadeleyle güzelleşiyor insan. Yoksa yaşam devam etmez. Dünya hep hareketlilik içerinde olmasaydı canlılar yaşayamazdı.
‘SEVGİNİN HOR GÖRÜLDÜĞÜ BİR DÜNYADA ANTİDEPRESAN SATIŞLARI ARTIYOR’
“Yalancı Yeni Dünya” ve “Yapay Zeka” adlı öyküleriniz bilim kurgu, hatta fantastik öğeler barındırırken günümüzün gerçeklerinden ayrılmak bir yana bu gerçeklerin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Özellikle yapay zekanın hayatlarımıza hızla ve kontrolsüzce girmeye başlaması bir yazar hassasiyeti taşıyan Özge Doğar’ı endişelendiriyor mu? Renkli çiçeklerimizin, düşlerimizin, yaşamlarımızın yerini renkli hapların aldığı ruhsuz bir yeni dünyaya ne kadar uzaklıktayız?
Kontrolsüzce ilerleyen ve kullanılan yapay zekanın neredeyse her alanda kullanılması bir taraftan kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yapılan şiddetlerin, tacizlerin ve cinsel saldırıların artarak devam ediyor olması, bende nereye gidiyoruz hissi ve korkusu yaratıyor. Sevginin hor görüldüğü, hatta duygusal insanların küçümsendiği bir dünyada antidepresan satışları artıyor. Demek ki duygusal dünyalarımızda yolunda gitmeyen bir şey var. Sevginin, aşık olan insanların yüceliğine inanan biri olarak da bende korku yaratıyor. Bu çocuklarımızla ilişkilerimize de yansıyor. Birbirini sevmekten vazgeçmiş çiftler çocuklarına ne kadar dürüst davranabilirler? Çocukları da gerçekten seviyor muyuz yoksa sevmek onların başarı dünyasının artıracağını düşündüğümüz için mi bu bir zorunluluk oluyor? Yoksa milyonlarca aile çocuklarını yarış atı gibi sınavlara hazırlarlar mıydı, bilemiyorum.
Toplum baskısının vücut bulmuş hali olan “Bekarlık Hakkım Engellenemez” adlı öykünüz iyi bir kara mizah örneği. Gülümsetirken ruhlarımızın baskılanan yerlerini acıtacak cinsten. Yine bu öykü çerçevesinde değerlendirecek olursak toplum baskısını, toplumun iyi veya kötü tecrübelerle oluşmuş geleneklerini, bakış açısını yasalarla çözebilmek pek mümkün olmayacağına göre sizce ne yapmalı, nereden başlamalı, aynayı kim, nereye tutmalı ?
Evlenmek bir zorunlukmuş gibi, yaşamsal bir fonksiyonmuş gibi bizlerin önüne konulup duruluyor. Oysa bu bir zorunluluk değil. Evlilik, zorunluluğu olan bir kurum değil. Kadınlar için doğum da aynı şekilde. Herkes evlenmeli ya da çocukları olmalı diye bir şey yok. Hatta bence bazı insanlar ne evlenmeli ne çocuk büyütmeli. Biz kendimizi nasıl görmek istiyoruz? Başarabildiklerimiz olduğu gibi başaramadığımız şeyler de elbette olacak. Kendimizle yüzleşip öyle yol almalıyız.
Çiçekci Kadın, yani Pembe, heybesindeki renkli çiçeklerle sokağın tam merkezinde. Betonlaşan şehirlerde mekanikleşen insanların arasında adeta nostaljik bir motif haline dönüşüyor. Bir yerlerde unuttuğumuz duyguları yeniden hatırlamamızı, üzerine basarak geçip gittiğimiz başkalarının acılarını görmemizi sağlıyor. Düştüğümüz yerde elimizden tutup kaldırarak bir demet umut uzatıyor. Sokağın merkezindeki Pembe’nin önünden akıp geçenler de yine aynı sokağın insanları. Evine ekmek götürme mücadelesi veren de var, hayata boş veren de; sevgi arayan da var hak arayan da… Pembe’nin yaşam mücadelesi ile bugünün kadın mücadelesi arasında ince bir köprü var gibi. Bu köprüye, köprüyü inşa edenlere, köprüden geçenlere neler söylemek istersiniz?
Hepimiz aslında aynıyız, bir mücadelenin içindeyiz. Sadece başka başka yerlerden yürüyerek geldik çıktık çiçekçi Pembe’nin sokağına. Hepimiz hakkımızı ve emeğimizi istiyoruz. İyi bir yaşam istiyoruz çünkü biz iyi hayatları hak ediyoruz.